Ana içeriğe atla

Seyahat Üzerine Bir Röportaj


Okulumuzun kıymetli hocalarından Dr. Mustafa Otrar ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Öncelikle kendisini kısaca tanıyalım;

1971 Eskişehir (Merkez) doğumludur. İlkokulu (1982), ortaöğrenimini (1989) Eskişehir’de tamamladı. Aynı yıl girdiği Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik Lisans Programı’ndan mezun oldu (1993). Rehber Öğretmen olarak Bingöl ve İstanbul’da görev yaptı. 1995 yılında Araştırma Görevlisi olarak Marmara Üniversitesi’ne göreve başladı. 1997 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde Eğitimde Psikolojik Hizmetler alanında yüksek lisansını tamamladı. Ocak 2006’da Doktora eğitimini tamamlayan Mustafa OTRAR, halen Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde Ölçme ve Değerlendirme Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Genel olarak seyahatin hayatınızdaki yeri, ruh halinize etkisi nedir? 

Hayatımdaki yerinden başlayayım. Seyahat etmenin hayatımdaki yeri; hayatın kendisini bir seyahat
gibi yaşıyorum. Bu benim düşündüğüm bir şey değil, düşüncemi sorsaydın “Hayatın bir seyahat olduğunu düşünüyorum.” diyerek cümeleye cevap verebilirdim ama şu anda benim için zaten hayatın kendisi seyahat etmek gibi. Baktığım zaman öyle olduğunu düşünmüyorum, öyle olduğunu görüyorum. Benim baktığım yerden hayat bir seyahat gibi görünüyor. Bu Aşık Veysel’in “Gidiyorum, gündüz gece. Bilmiyorum ne haldeyim.” söyleminden biraz daha farklı. Bana kalırsa gitmek aslında hareket etmek demek ya, nereye gittiğini sorgulamak lazım. Mesela ben seyahat etmeyi seven birisi olarak nereye gideyim? Ankara’ya mı? İzmir’e mi? Balığa mı? Dağa mı? Ava mı? Nereye gideyim? Bunun bir önemi yok çünkü nereye gidiyorsa insan aslında kendine gidiyor. Seyahat aslında insanın kendisine yaptığı bir yolculuk. Bir seyahatte herhangi bir yere gittiğinde orada yeni bir şeyler görüyorsun değil mi? Yeni evler, yeni şunlar, bunlar… Ama hiç fark etmediğimiz bir şey var; gittiğimiz yerde bizde belki daha önce gördüğümüz yerlerin uyandırmadığı bazı duyguları uyandırıyor. Sen bir yandan senin içinde olan ama fark etmediğin o duyguları fark ediyorsan o zaman gittiğin yerin neresi olduğunun bir önemi yok ki. Sen kendi içinde o hayatı, o zevki, o keyfi, o farkındalığı yaşıyorsun. Dolayısıyla nereye gidersen git, en sonunda gittiğin yer kendin oluyor. Eğer gittiğin yerde kendime gitmediğimi hissediyorum diyorsan, bu da çok önemli çünkü bu sefer geride bıraktığın kendin olursun. Yani seyahat hem gittiğinle hem geride bıraktığınla kendine doğru gidip geldiğin bir eylem aslında. Seyahat yalnızca mobilize olmak değil, insanın kendisini fark etmek için yaptığı bir şeydir. Bana sorarsan “Hayatındaki yeri nedir?” diye, bazen şu televizyon programları var ya köy köy, kent kent gezip yemekler yapıyorlar. Neden böyle bir meslek seçmedim, diye düşündüğüm olmuştur. İşin esprisi onlar tam bana göre. Ben gideceğim, hatta motosiklet ile gideceğim, arabayla gideceğim, konuşacağım, edeceğim, röportaj yapacağım… Yani ne kadar hareket ediyorsam yaşadığımı o kadar fazla hissediyorum.

 



Yoldayken çevreniz hakkında sorguladığınız, üzerine düşünmeyi sevdiğiniz şeyler, çelişkiler var mı? 

Yoldayken… Hayatımın bütün stratejik kararlarını yolda verdim. Hepsi… Meslekten,evliliğe… Ne yapacaksam hepsini… Bu kararları alırken yanağım bir otobüsün ya da ikinci sınıf bir trenin nemli camındaydı yani. Öyle karar verdim. Hepsi gözümün önüne geliyor. Mesela “Hangi bölümü tercih edeyim?” diye düşündüğüm zamanlar Ankara-İzmir arasındaki İzmir Expressindeydim. “Bu benim için iyi oldu.” diye düşündüğüm zamanlar Kurtalan Express’i vardı, ondaydım. Hatta şöyle bir şey, bir şeyde karar vermekte zorlansam “Bir yere gideyim.” derim. Bunu söylerken orada bir şey olacağından değil, giderken karar vereceğim. Yolda ne oluyorsa ki kendimce gözlemlerim var, hayatımın bütün kritik kararlarını yolda verdiğime göre yolda karar vermek daha kolay aslında biraz karar verecek bağlamda düşünmek bana daha kolay geliyor. Eylem halinde düşünmek beni daha fazla derinlere doğru itiyor. Belki şeydir, sağa sola bakıldığında geçen direkler, ağaçlar, sollayan arabalar hep akışkan bir şekilde. Zihin de öyle, düşünce de öyle. Şair der ya; “Birinden nur akar, birinden kir.”. Yani sonuçta akar. Nur da olsa akar, kir de olsa akar. Fikir de akar. Ben o akışkanlığı yolda, yolculukta daha çok hissederim. O yüzden ne zaman zor bir karar verecek olsam “Ben bir yola çıkayım.” derim. Örnek vereyim; Ankara’ya sırf giderdim buradan, Kızılay’da küçük salaş bir yer vardır. İçli köftesi, lahmacunu da çok güzel olur. Bu arada seyahatte nerede, ne yenilir bunu da öğrenmek zorunda kalıyor insan. Giderdim Kızılay’da yerdim, tekrar binerdim. Tren varsa tren ile yoksa otobüs ile biner ve geri gelirdim. Yalnızca bir saat iki lahmacun, bir içli köfte bir de kola ☺ Geriye kalan beş buçuk saatlik şey sırf o bir saatlik yemek için değil. Mesele bir bahanen olsun, gidip gelmek olsun. Tatil bile bende gitmektir. Yani insanlar tatile gider, gezeceklerdir ama ben varır varmaz ne zaman gideceğimi düşünmeye başlarım çünkü tatil bana göre gitmektir. Gitmek dinlendirir yani. Böyle arıza bir adamız, yapacak bir şey yok ☺

Seyahatlerinizden aklınızda kalan en çarpıcı an ya da çarpıcı bir anı var mı? 

Var, çok fazla… Kaybolmayı çok seviyorum, kayboluyorum mesela. Mesela babamlar Fethiye’de yaşıyor. İstanbul’dan çıktım, Eskişehir’e abime uğradım, oradan Fethiye’ye gidiyorum. Fethiye Akdeniz’de. Afyon ile Eskişehir arasında aşağı yukarı bir buçuk saatlik bir yol vardır. Oradan arabayla giderken, kendim de kaşınıyorum bu arada, bir köy tabelası gördüm; üzerinde “Fethiye” yazıyordu. Orada bastım frene, durdum. Arabadakiler “Ne oluyoruz? Niye durduk?” dediler, “Biz Fethiye’ye gitmiyor muyuz?” dedim. Taktım geri vitese, geriye doğru gittim. “Burada ne yazıyor?” dedim, “Ne yapıyorsun?” demeye kalmadan daldım o yoldan. Oradan daldım ama çıktığımız yer Firik Vadisi, Bilmem ne Barajı, Bilmem ne Gölü ☺ Adlarını hatırlayamadım, orada barajı görmüşken olta attım. Vadiye, Oyulmuş Kaya Mezarları’na gittik hatta yolda bir ara kaybolduk, bir çoban gördük çeşmenin yanında ineklerini suluyor. Sordum orada “Bu yol nereye gider?” diye, adam baktı suratıma “Abi sen nereye gidiyorsun?” dedi bana. “Nereye gittiğimi bilmiyorum ki o yüzden soruyorum. Bu yol nereye gider? Afyon tarafına çıkar mı?” dedim, “Gazlı Göl tarafından çıkar.” dedi. Velhasıl oradan bir daldım ben hayatımda başka türlü görme şansımın olmayacağı orman yolları, dağ köyleri, çoban çeşmesi, kaya mezarları derken bir sürü şey gördüm. Bu tarz deliliklerim çok fazla. Bir keresinde de Sinop’ta başıma gelmişti. Yolda karşılaştığım bir arabanın şoförü “Nereye gidiyorsun?” dedi, “Durağan’a gidiyorum.” dedim. “Abi bu arabayla gidemezsin oraya, arabanın altı yakın. Ben zor geldim.” dedi. “Olabilir, ben gidemeyeceğimi fark edinceye kadar gideceğim. Olmadı geri döneceğim.” dedim. İnat ettim ve Durağan’a vardım ama ne hallerde vardım… Mesela, çocuklar arabada, Küre Dağları, Büyük Kara Ormanlar var orada, dağ yolunda gidiyorsun tabela yok. Durdum, yol ikiye ayrıldı. Biri sağa diğeri sola gidiyor. Toprak yol, hangisi nereye gidiyor bilemedim. Yol ayrımında arabayı durdurdum, siz bekleyin biraz dedim, korktular çünkü Kara Ormandayız. Arabayı kilitleyip 5 dakika müsaade istedim. 3-5 dakika bir yolda gittim, geri geldim sonra 3-5 dakika diğerinde gittim ve hangisinde tekerlek izleri daha fazla diye baktım. Tekerlek izinin daha fazla olduğu yerden gittim. Kaybolsam orada, kim öle kim kala… Bu tarz kaybolmalarım meşhur ama normal. Çoğu kez yola çıktığım zaman artık beni tanıyanlar, “Fethiye niyetiyle yola çıktık, bakalım nereye gideceğiz?” derler. Hakikaten öyle oluyor, mesela gidiyorsun tam yol ayrımı, sağ taraf Bursa sol taraf Eskişehir oluyor. Soruyorum “İskender yesek mi?”. Azıcık böyle “Ya yesek iyi olur.” der demez hiç aklımda yokken Bursa’ya gidiyorum. Seyahat zaten biraz o plansızlıklarla ilgili. Öyle daha güzel oluyor. Planlarsan daha o gideceğin yere gitmeden zihnen gitmiş olursun, yenilik olmuyor. Merak edilmişlik olmuyor çünkü bir belirsizlik olmuyor. Nereye gideceğini, nereden gideceğini, nerede duracağının hepsi kafanda gitmeden oluşuyor. Örneğin Fethiye’de bir eşek de vardı, o kadar az insan vardı ki espri olsun diye onun da fotoğrafını çektik. Eşeğe de sordum “Bu yol nereye gidiyor?” diye, gülüştük biraz da şamata hayat. Şamata derken kıymetsizlik üreten bir şamatadan bahsetmiyorum, sürprizler her zaman iyi oluyor. Bu biriktirdiklerimin hepsi gittiğim yerler, mesela Dubai’ye Müge Hanım ve Nilgün Hanım ile birlikte gittik. Çok güzel bir seyahatti.

Seyahat ederken belirli bir mekan seçiyor musunuz? Örneğin; deniz kenarı, doğa gibi ilginiz ya da bir tercihiniz var mı?


 Mümkünse şehrin ürettiği seslerin olduğu bir yere gitmeyeyim. Araba duymayayım mesela. Duyduğum ses mümkünse rüzgarın ve kuşların sesi olsun. Bunu böyle romantik bir söylem ile söylemiyorum. Öyle yerlerde çakallar oluyor geceleri, müthiş keyif veriyor bana. Ormanda çadır kurduğumuz yerlerde ben biraz bağırırım, onlar hemen cevap vermeye başlar ya da ezanlar duyuluyorsa çakallar ezanlar okunduktan sonra ulumaya başlarlar. “Yalnız değiliz.” derim, hoş olur. İstediğim yerler kendimle baş başa kalmayı başarabildiğim yerler neresiyse onlar. Bu söz üzerine, tercih ettiğim yerleri düşünüyorum. Daha önce gittiğimde müthiş huzur bulduğum yerler var, oralara bir kez daha gitsem beni yormaz. Mesela Dodurga Barajını çok severim, uzun zamandır gitmedim ama Porsuk Barajı var oraya gitmeyi çok severim, Adapazarı ve Karasu arasında Poyrazlar isimli bir göl var orası da böyle. Orada reset yapmışım gibi oluyorum. Gidiyorum, dünyalık hiçbir şeye ulaşmıyorum, kendimle baş başayım. Tercih ettiğim yerlerde ya akarsular ya da nehirler var, denizden daha ziyade. Yine tercih ettiğim yerlerin pek çoğunda iğne yapraklı ağaçlardan çok geniş yapraklı ağaçlar var. Öyle yerleri daha çok seviyorum. Akdeniz çamlıktır, Karadeniz’i Akdeniz’e tercih ederim. Akdeniz bana çok çorak gelir. Akdeniz’in doğası, koyları güzel ama bana desen ki “On defa seyahat etsen, bunun kaçı Karadeniz, kaçı Akdeniz olurdu?” bunun yedi tanesi Karadeniz’e gider üç tanesi Akdeniz’e gider. Yani Karadeniz bana daha uygun. Gölü var, nehirleri var, havası daha uygun. Karadeniz’de bir derenin kenarından saatlerce yukarıya doğru tırmanmak, hele bir de elimde olta derede üç beş tane balık varsa on kilometre belki yirmi kilometre yukarıya çıkarım ben. Çadır da genelde sırtımda oluyor. Bazen çadırı kurup orada uyuyorum. Yani illa köy olmak zorunda değil.


Çoğu zaman tek başınıza mı gidiyorsunuz? 

Çoğunlukla tek başıma ama bazen uzun süreli olunca,
mesela balığa gitmek bizde uzun sürelidir, çadır ile balığa gideriz biz, üç dört gün dağda kalırız. Böyle zamanlarda yerleşim merkezlerine çok uzak yerlere gittiğimiz de oluyor. Hemen bir örnek vereyim Eskişehir-Konya arasında Beşgözler diye bir yer var, orada en yakın yerleşim yeri 8 kilometre. Bu arada en yakın yerleşim yeri 8 kilometre derken asfalt yoldan bahsetmiyorum, engebeli taş toprak yollar. Bir buçuk saat sürer o da normal bir zamanda. Bir de bunu çok fazla yapmadım ama tehlikeli olan yerlere, mesela ayı olabilir veya saldırgan hayvanların olduğu yerler olabilir, böyle yerlere ekiple gitmek daha tercih edilebilir olabilir. Böyle yerlerde iki her zaman birden iyidir. Ama eğer iş, dinlenme falansa ve bildiğim yerlerse ben sırt çantamı alır giderim. Öyle yerlerde balık da benim için eğlencedir, çıkarsa akşam yemeğine balık yerim. Çıkmazsa canım sağ olsun. Balık böyle durumlarda bir eğlencedir. Bu da önemli aslında konsantre oluyorsun, yem atıyorsun, solucan takıyorsun, kafan karışıyor, oltayı değiştiriyorsun, yakına atayım, uzağa atayım diye düşünüyorsun bunlar da zihinde meşguliyet oluşturuyor. Oltayı suya atınca, kurşun suya düşünce batar ya, kurşunla beraber ben de aşağıya doğru seyahat ederim. Onunla beraber ben de inerim. Geri kalan ne varsa yukarıda kalır. Bir şeyleri geride bırakıp pür dikkat odaklanmak dehşet dinlendirici oluyor bende. Balık bu konuda benim için müthiş bir şey ama çıkarsa tabii ki güzel olur, mangal yapmak ya da kömürde pişirmek kulağa hoş geliyor.


Fotoğraflarınızın altında yazan şiirleriniz fotoğraflarınız ile ilintili mi? 

Evet çoğu kez. Bazen kafam bir şiiri yazar ve zihnimde duruyordur. O şiirle bütünleşen bir fotoğraf anı gördüğümde fotoğraf çekerim. Bazen böyle olur, şiirden sonra fotoğraf olur. Bazen bir fotoğraf görürsün, elin kolun yana iner. Başka hiçbir şeyin söyleyemeyeceği bir mesajı sana verir. Her ikisi de oluyor, her ikisini de yaşıyorum. Dolayısıyla dediğin şey doğru. Çoğu kez fotoğraflar ile altında yazılan notlat arasında ya doğrudan ya çağrışımsal anlamda bir ilişki oluyor. Yani birbirlerini götürüyorlar, bütünleşmiş halde bulunuyorlar. Fotoğraf başka bir şey, şiir başka bir şey söylüyor durumu çok nadirdir. Olabilir mi? Olabilir, ben ikizler burcuyum ☺ Her zaman düzenli şeyler yapmak zorunda olmadığımı biliyorum, bu da bana keyif veriyor.

 Kendinizi bildiniz bileli bu şekilde mi hareket ediyordunuz? 

Ben kendimi bildim bileli gittim. Sonradan edinme sadece imkanlarımı değiştirdi. Belki biraz daha sık ve biraz daha uzağa gittim ama ben kendimi bildim bileli gittim. Cumartesi Pazar dediğinde siz ne yapardınız, bilmiyorum ama ben elime oltayı alır Sakarya nehrinin kenarında aşağı yukarı, balık tutardım, odun toplardım, hayvanları gözlemlerdim. Bir de balık tutarsam onun rengi, kuyruğu, türü… Bir de arkadaşlar büyük balık tuttuğu zaman bir şöhreti olur. Öyle bir olduğunda bir de yaygara yanımda… Yani muhabbeti kastediyorum. Ben küçüklüğümden beri hep gitmişimdir. Doğrusu zihnen de öyleyim. Ben zihinde de durabilen birisi değilim. Eğer bu bir tür hiperaktivite ise kabul ediyorum, zihnimde dürten bir taraf var. Duramıyorum, durursam ölürüm gibi geliyor. Konuşmam da biraz hızlıdır aynı sebepten. Bir an önce bir şey yapmak, bir şey söylemek… Acele etmek değil ama belki tez canlılık. Mobilize olmak da öyle, mesela tanıdıklarım bana “Kaç yıldır İstanbuldasın?” diyorlar, neredeyse 25 yıldır… “Nasıl durdun o kadar?” diyorlar, şaşkınlık verici bir şey bu. Bazen diyorlar ki “Sen son haftalarda bir yere gitmedin.”, “Ne var bunda?” diyorum. “İyi misin, hasta mısın?” diyorlar. Gitmem değil de gitmemem tuhaf geliyor. Öyle, ben bildim bileli giderim. Bunu hem gerçek anlamıyla hem de mecazi anlamıyla söylüyorum.

Benim soracaklarım bu kadar, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 Tabii herkesin kendini bulmak, kendini anlamak için izlediği yol farklıdır. Kimisi sanatta kendini bulur, kimisi edebiyatın bir türünde kendini bulur, kimisi ilişkilerde kendini bulur, kimisi yalnızlıkta bulur. Galiba benim kendimi en iyi bulduğum, en serbest bulduğum ve galiba yine hem en gerçekçi, en kolay kabul edilebilir formda bulduğum haller gittiğim geldiğim, mobilize olduğum hareket ettiğim zamanlarda oluyor. Bana iyi geliyor, eğer seyahat terapi diye bir terapi varsa bu anlamda da iş görüyordur. Ben terapi olsun diye gidiyor değilim ama gitmenin iyi geldiğine “Tebdili mekanda keramet vardır.” diyen hadis-i şerif de söylüyor. Ben ruhtan ruha, mekandan mekana gitmenin hem hareket hem bereket getirdiğini düşünüyorum. Eğer bir öneride bulunmak gerekseydi insanlara, gidin derdim. Seyahat edin, durmayın derdim. Tahmin ediyorum ki çoğuna da iyi geliyordur tabii herkesin tercihi farklı.



Mustafa Otrar hocamızın objektifinden bazı fotoğrafları sizlerle paylaşıyoruz.
Hocamıza paylaşımlarından dolayı teşekkür ederiz😊

















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Süpermen'i Beklerken (Waiting for 'Superman') Film Analizi

Waiting for  Superman sadece The Flaming Lips grubunun bir şarkısı değil. Aynı zamanda Amerikan eğitim sistemine eleştirel bir perspektiften bakan, ülke içerisindeki bireylerin okuma yazma oranlarını, eyaletlere göre başarılarını ele alan belgesel niteliğinde bir film. Filmi inovatif eğitimi de düşünerek yorumlayabilmek mümkün. Akademi ödüllü filmin yönetmeni Davis Guggenheim, düşük performanslı kent okullarını ‘bırakma fabrikaları’ olarak tanımlıyor ve bu kent okullara yönelik birtakım çözüm önerileri sunuyor. Film, devlet okulu sistemi içerisinde devam eden beş öğrenciyi konu alıyor. Eğitim sistemini iyileştirme adına eğitim reformcularının sunduğu çözümler filme gerçeklilik ve yararlılık katmasının yanı sıra günümüzün ilerleyen teknolojisi de düşünüldüğünde çözüm önerilerine birkaç şey daha ekleyebiliriz,  şöyle ki : Eğitimde teknolojiyi mutlaka bir amaç etrafında verimlice kullanabilmeli ve bu amacın kesinlikle öğrenci üzerinde işlevselliği de olabilmeli. Teknoloji

7.Koğuş Film Analizi

7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE Hepimizin merakla beklediği 7. Koğuştaki Mucize nihayet geçtiğimiz haftalarda vizyona girdi. Başrollerinde Aras Bulut İynemli, Deniz Baysal, Sarp Akkaya gibi isimlerin bulunduğu ve Mehmet Ada Öztekin yönetmenliğindeki filmi izlerken gözyaşlarımıza hakim olabilmek neredeyse hepimiz için imkansızdı. Henüz izleme fırsatını bulamamış okuyucularımız için de kısa özetlerle birlikte filmi karakter analizleri ve sosyal psikoloji bağlamında ele almak isteriz : Filmimiz, 7 yaşındaki kızı, Ova ile aynı zeka yaşına sahip olan Memo’nun haksızlıklarla mücadelesini, zihinsel yetersizliklerine rağmen evladı için her şeyi yapan bir baba oluşunu gözler önüne seriyor. Memo, bir gün koyunları otlatmaya çıkardığında başına hayatının dönüm noktası olabilecek bir talihsizlik gelir. Sözü geçer bir komutanın kızı oyun esnasında tehlikeli yerlere tırmanır ve Memo kıza gitmemesi için uyarılarda bulunurken, Ova ile aynı yaşlardaki küçük kız uçurumdan düşüp can verir. Bu esnada olay y