Ana içeriğe atla

Sahne-Seyirci-Toplum Üçlemesinde İlişkiler


İnsana dair yaptığımız tüm tanımlamalar onu diğer insanlarla birlikte yaşayan, seven, güvenen, ilişki kuran, hayal kırıklığı yaşayan, umut eden, bağlanan yanıyla birlikte değerlendirmeyi gerektirir. Sosyal bir varlık olarak tanımladığımız insan doğumundan itibaren diğer insanlarla gerek yakın gerek uzak ilişkiler kurar. Bu ilişkiler onun dünyadaki yalnızlığını bir nebze olsun hafifletir. Döllenme ile  başlattığımız yaşam serüveni boyunca bağlanma durumu ağlamalara, korkmalara, sevinçlere, kaygıya  ve dahasına temel oluşturur. Yetişkin olarak kabul ettiğimiz her birey bebeklikten itibaren güven ilişkisine dayalı bir bağlanma sürecinin peşinde düşüyor, kalkıyor; fizyolojik ihtiyaçların yoğunlukta  olduğunu bildiğimiz dönemi dünyaya düşmüş olmanın getirdiği huzursuzlukla, bu yeni/yabancı  mekandaki arayışına destek olarak bir güven talebiyle sürdürüyor. Küçük yaşlardan kurulmaya çalışılan güven ilişkisi sağlıklı yada sağlıksız bir bağlanma süreciyle kısmen tamamlanınca "yetişkin" bireylerin duygusal ilişkilere duyduğu ihtiyaç da bu doğrultuda devam ediyor. Hayatının her aşamasında iletişim halinde olan insan, dönemin psikososyal atmosferinin hem öznesi hem etkileneni olarak karşımızda duruyor. Toplumların karşılıklı etkileşimi insanlık tarihi boyunca devam etmiş olmakla birlikte, günümüz iletişim dünyasında medya temelli bir mekanizma eşliğinde sosyal dönüşüm ivme kazandı. Bu sosyal dönüşüm incelendiğinde günlük ilişkilerden değer mekanizmalarına kadar işleyen bir değişimin söz konusu olduğu söylenebilir. Gelelim insan hayatına erişimin hiç olmadığı kadar mümkün hale geldiği bu zamanda güven kavramının uğradığı anlam kaybına ve ilişkilerin görünürlüğünün, seyirci-oyuncu bağlamında durduğu yere. Bu etkinin tahlilini yapmak için, son dönemlerin çokça isminden söz ettiren dizisi Black Mirror (Kara Ayna) Hang the DJ bölümünün bugünkü karşılığına değineceğim. Distopya türünde bir anlatıma sahip olan diziyle ilgili konuşmak için öncelikle distopya kavramının ne olduğunu inceleyelim. Distopyalar günümüz dünyasından yola çıkarak gelecekte karşılaşılması muhtemel olan kötü senaryoları işler. İnsanlığın başına gelebilecek ya da gelmesi tahayyül edilebilecek olan ne varsa ileride yaşanması mümkün olan bir senaryodur. Bu türde gündem edilen başlıklara baktığımızda açlık, kuraklık, kısırlık, sanal dünya, tanımlanamayan virüsler, uzaylılar, röntgencilik, insan bilincine olan müdahalenin akıl 
almaz boyutlara ulaşması gibi meseleler karşımıza çıkıyor. Artan iletişim olanaklarının ve teknolojik imkanların, insan hayatını kolaylaştırıcı etkisinin yanı sıra tehlike arz eden bilinçsiz/önü alınamaz bir savrulmaya davetiye çıkardığı düşüncesi tartışılmaya devam ederken distopyalar bize bu gerçekliği en sert en acımasız haliyle sunuyor. Mevzu bahis bölümün içeriği ise genel hatlarıyla şöyle: İnsanlara eş bulmak için kurulmuş, günümüzde var olan çöpçatanlık uygulamalarını daha ileri boyutlara taşıyan bir bir uygulama mevcut. Programın veri tabanında bulunan kişisel bilgiler sayesinde katılımcılar uygun oldukları düşünülen diğer katılımcılarla eşleştiriliyor. Her katılımcı "coach" adı verilen bir cihaza sahip ve bu cihazın komutlarına uygun şekilde gitmesi gereken buluşmaya gidiyor, sistemin eşleştirdiği kişiyle belirlenen süre boyunca birlikte yaşıyor. Bu süre kimi zaman 1 yıl kimi zaman 8 saat. Belirlenen süreden önce ayrılmak isteyen bireyler sistem tarafından uyarılıyor, aynı şekilde ayrılma vakti geldiğinde bir arada kalmak isteyenler de yaptırım uygulama tehdidi ile karşı karşıya kalıyor. Program bu şekilde işlemeye devam ederken iki katılımcının birbirine aşık olması ile düzende birtakım aksamalar meydana geliyor. Çünkü şartlar ne kadar değişmiş olsa da insanın olduğu yerde insanca kalan bir şeyler bulmak her daim mümkün. Devamında komutların dışına çıkmak isteyen bu çift sisteme kayıtlı olan diğer katılımcıların dışlayıcı tavırlarına maruz kalıyor ve sosyal baskıyı yansıtan bir sahne izliyoruz. Özetleyecek olursak, insanların ilişkilerini kendi tercihleri üzerinden kuramadığı, iradenin hükümsüz olduğu bir ağın içerisinde birbiriyle vakit geçiren ve bu birlikteliklerden mutluluk uman bireyler görüyoruz. Eşleşmeleri bir sistem vasıtasıyla gerçekleştiğinde ilişkileri ve uygunluk oranları rakamlarla ifade edilebilir cinsten. Her yeni birliktelikte özellikleri ve bekledikleri kaydediliyor ve yeni birleştirilecek olan adayla bu profil doğrultusunda buluşuyorlar. Bu kurgu ile verilmesi hedeflenen mesaj; günümüz ilişkilerinin sanal alem-seyirci- oyuncu bağlamında yaşadığı yozlaşmanın gelecekte hangi boyutlara varabileceği ve bu distopik tablonun ekseriyetle normal kabul edilmesinin insan ilişkilerine, başta yakın duygusal ilişkiler olmak üzere, olabilecek muhtemel etkileri. Bölümün bugünle bağlantısını kurmaya başladığımız yer hepimizin şahidi yada öznesi olduğu ilişkiler olabilir. Fakat eğer meselenin toplumsal olarak yansımasına bakacak olursak; yaygın kitle araçlarının ayna vazifesi gördüğünü ve izleyicisine renkli sahneler sunan bu ilişkileri biraz makyaj yardımıyla daha merak uyandırıcı hale getirdiğini söylemek mümkün. Dizinin ülkemizdeki sorumluları bu bağlantıyı kurmuş olacak ki, bölümde konu alınan ilişki biçimlerini yakın bir tarihe kadar ekranlarda olan, hepimizin hafızasında kalıcılığını koruyan evlilik programlarından ilhamla çekilmiş bir reklam filmi ile sundular. İzlemeyenler için video👇


Reklam filmi birçok izleyici tarafından dizinin kalitesini düşürmüş olmak alt mesajıyla eleştiri yağmuruna tutuldu. "Bu nasıl reklam? Biz gündüz kuşağında evlendirme programı izleyen insanlar mıyız efendim? Ayıptır ayıp." gibi ifadeler eleştiriler arasında sıklıkla yer aldı. Buradaki bağlantı kopukluğunun dizinin bize sunduğu distopya ile bugün arasındaki ilişkinin kurulamamış olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Gelecek tasavvuru daima uzak bir şeydir, insanın tahayyül sınırlarını zorlayan ne varsa ötelenmeye çalışılır. Aslında bugün belki de çok zararlı görmediğimiz sıradan yada normal olarak kabul ettiğimiz tablolar/sahneler o çok uzak görülen distopik geleceğin giriş cümleleri. Dolayısıyla sağlıklı bir okuma yapabilmek için insan davranışlarını zamandan münezzeh bir şekilde geçmiş ve gelecek ile ilişkilendirip toplumların şekillendirdiği sosyal durumun değişimi ile birlikte okumak gerekiyor. Bahsettiğim reklam filminde bu dönüşümün sonuçlarını rahatlıkla görebiliyoruz. İlk sahne bir kadın ve bir erkeğin restaurant görünümü verilmiş olan yerde görüşme yapmasıyla başlıyor. Erkek oyuncu: "Ev deseniz var, araba deseniz sizde var. Maaş ve ikramiyeler de bizi geçindirir."şeklinde bir ikna cümlesiyle kadına olası bir evlilik durumunda sahip oldukları maddi kazancı özetliyor. Aldığı cevap televizyonlarda benzerlerine şahit olduğumuz türden: "O ikramiye dediğiniz benim arabamın şarjına yetmez." Sonrasında kısa bir diyalogun ardından sabrı taşan erkek karakter ön planda izleniyor. Sunucunun bu öfkeye müdahalesi le ikili ilişki, toplumsal bir mesele haline dönüşüyor. Stüdyodaki izleyiciler başta olmak üzere, ekran üzerinden zaten erişilebilir olan ilişki, tahlil edilecek yorum yapılacak bir senaryo haline geliyor. İkilinin görüşmesi bitince orada seyirci olarak bulunanların şaşkın tavırları içinde oylama aşamasına geçiliyor. Seyircilere sunulmuş "nasibimsin" ve "kısmet değilmiş" şeklinde iki seçenek var, bu ikisi arasında tercih yapıp ilişkinin kaderine yön vermeleri bekleniyor. Oylama sonucu ekrana yansıtılıyor ve yüzde 99 kısmet değilmiş ile gelin adayı derin bir nefes alıyor, sunucu da bu sonuçtan duyduğu memnuniyeti belirtiyor. Ama sahne bu şekilde neticelenmiyor: "Son sözü kim söyleyecek? Şirin ana!" Şirin ana bir illüzyon olarak ekranda beliriyor. Beyaz saçları ve gözlüğüyle toplum olarak çok aşina olduğumuz, akıl danışılan, fikri önemsenen, gençlere yol gösteren; öte yandan tüm sanallığa rağmen bir kimliğin temsili olarak var kalabilmiş olan fakat orada mevcut olabilecek kadar da adapte olmuş geleneksel figür: şirin ana. Onun kararı da seyircilerin kararıyla aynı oluyor, bu ilişkiye onay vermediğini belirtmesi üzerine akıllarda hiçbir soru işareti kalmıyor ve damat adayı stüdyodan alınıyor. Sunucu bunun üzerine gelin adayına "Neyse Buseciğim, son sözün nedir?" diye soruyor. Son sözünü eline aldığı mikrofonla seyircilerin alkışları eşliğinde şarkıya girerek söylüyor Buse. Kim bilir, belki aradığı aşkı bulamayan gelin adayımızın yüzü bir başka müzik programında güler... "Sevgili seyirciler hiçbir yere ayrılmayın, kısa bir aradan sonra buse yeni talibini görecek." 
                                                                                                                            NURCİHAN EKLEME









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Süpermen'i Beklerken (Waiting for 'Superman') Film Analizi

Waiting for  Superman sadece The Flaming Lips grubunun bir şarkısı değil. Aynı zamanda Amerikan eğitim sistemine eleştirel bir perspektiften bakan, ülke içerisindeki bireylerin okuma yazma oranlarını, eyaletlere göre başarılarını ele alan belgesel niteliğinde bir film. Filmi inovatif eğitimi de düşünerek yorumlayabilmek mümkün. Akademi ödüllü filmin yönetmeni Davis Guggenheim, düşük performanslı kent okullarını ‘bırakma fabrikaları’ olarak tanımlıyor ve bu kent okullara yönelik birtakım çözüm önerileri sunuyor. Film, devlet okulu sistemi içerisinde devam eden beş öğrenciyi konu alıyor. Eğitim sistemini iyileştirme adına eğitim reformcularının sunduğu çözümler filme gerçeklilik ve yararlılık katmasının yanı sıra günümüzün ilerleyen teknolojisi de düşünüldüğünde çözüm önerilerine birkaç şey daha ekleyebiliriz,  şöyle ki : Eğitimde teknolojiyi mutlaka bir amaç etrafında verimlice kullanabilmeli ve bu amacın kesinlikle öğrenci üzerinde işlevselliği de olabilme...

7.Koğuş Film Analizi

7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE Hepimizin merakla beklediği 7. Koğuştaki Mucize nihayet geçtiğimiz haftalarda vizyona girdi. Başrollerinde Aras Bulut İynemli, Deniz Baysal, Sarp Akkaya gibi isimlerin bulunduğu ve Mehmet Ada Öztekin yönetmenliğindeki filmi izlerken gözyaşlarımıza hakim olabilmek neredeyse hepimiz için imkansızdı. Henüz izleme fırsatını bulamamış okuyucularımız için de kısa özetlerle birlikte filmi karakter analizleri ve sosyal psikoloji bağlamında ele almak isteriz : Filmimiz, 7 yaşındaki kızı, Ova ile aynı zeka yaşına sahip olan Memo’nun haksızlıklarla mücadelesini, zihinsel yetersizliklerine rağmen evladı için her şeyi yapan bir baba oluşunu gözler önüne seriyor. Memo, bir gün koyunları otlatmaya çıkardığında başına hayatının dönüm noktası olabilecek bir talihsizlik gelir. Sözü geçer bir komutanın kızı oyun esnasında tehlikeli yerlere tırmanır ve Memo kıza gitmemesi için uyarılarda bulunurken, Ova ile aynı yaşlardaki küçük kız uçurumdan düşüp can verir. Bu esnada olay y...

Seyahat Üzerine Bir Röportaj

Okulumuzun kıymetli hocalarından Dr. Mustafa Otrar ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Öncelikle kendisini kısaca tanıyalım; 1971 Eskişehir (Merkez) doğumludur. İlkokulu (1982), ortaöğrenimini (1989) Eskişehir’de tamamladı. Aynı yıl girdiği Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik Lisans Programı’ndan mezun oldu (1993). Rehber Öğretmen olarak Bingöl ve İstanbul’da görev yaptı. 1995 yılında Araştırma Görevlisi olarak Marmara Üniversitesi’ne göreve başladı. 1997 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde Eğitimde Psikolojik Hizmetler alanında yüksek lisansını tamamladı. Ocak 2006’da Doktora eğitimini tamamlayan Mustafa OTRAR, halen Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde Ölçme ve Değerlendirme Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Genel olarak seyahatin hayatınızdaki yeri, ruh halinize etkisi nedir?  Hayatımdaki yerinden...