Ana içeriğe atla

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ

 


Bugün, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararıyla ilan edildiği 1999 yılından beri her yıl bugün, şiddetle ilgili farkındalık yaratılmaya çalışılır. Ben de bu konuya katkı sağlamak için sizlerle düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

25 Kasım 1960'ta Ne Oldu?

Bu mücadele gününün ortaya çıkışı, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşı mücadele eden üç kız kardeşin vahşice katledilmesine dayanmaktadır. Patria, Minerva ve Maria Mirabel, 1930-1961 yılları arasında ülkeyi diktatörlükle yöneten Rafael Trujillo'ya karşıtlıklarıyla biliniyorlardı. Bu durumdan memnun olmayan Trujillo’nun “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabel Kardeşler” şeklinde yaptığı açıklama Mirabel kardeşlere ne denli bir nefret beslediğini gayet iyi açıklıyor. Zaten bu açıklamadan günler sonra, 25 Kasım 1960 tarihinde kaza süsü verilerek katledildiler. Mirabel kardeşlerin vahşice öldürülmesi onları, diktatörlüğe karşı mücadelenin sembolü haline getirdi. Mirabel kardeşlerin kurduğu “Clandestine Hareketi” bu cinayetten bir yıl sonra diktatörlüğün yıkılmasından önemli rol oynadı. Bütün dünyada bu gelişmeler yankı buldu.

Kadın

Kadın. Dünyanın yaklaşık yarı nüfusu. Bu mücadele günü çok büyük bir kitleye yönelik aslında. Böyle bir günde konuşulacak çok fazla şey var. Ana konumuz şiddet ama şiddet hiçbir zaman tek başına gelmez, çoğu zaman öyle birdenbire de gelmez. Yavaş yavaş hissettirir kendini. Cinsiyet eşitsizlikleri, ekonomik güç dengesizlikleri, ataerkil aile düzeni gibi birçok etkenden bahsedebiliriz. Çocuk yetiştirme stilini de bu noktada çok önemli buluyorum. Ne yazık ki kültürümüzde erkek ve kız çocuklarının birbirinden farklı şekilde yetiştirildiğini görüyoruz. Unicef'in yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye, küresel cinsiyet eşitsizliği endeksinde 145 ülke arasında 130. sırada. İlköğretim düzeyinde cinsiyet eşitliği neredeyse sağlanmış durumda. Fakat ilköğretim sonrasında, eğitimde ve hayatın diğer birçok alanında önemli bir cinsiyet eşitsizliği söz konusu.

Çocuklardan beklenen tavırlarda da beklenti farkı var. Erkek çocuğu ne kadar girişken, ne kadar ses getirebilir bir karaktere sahipse o kadar iyi görülüyor. Kız çocuklarından beklenen ise daha uysal olup oturup kalkmayı bilmeleri(!) Bu nedenle sanırım hala kadının toplum içinde nasıl güleceğini, nasıl hareket edeceğini tartışma hakkını kendimizde bulabiliyoruz. Bu tarz karakter özellikleri bir cinsiyete yüklenemeyecek kadar özeldir. Bir insanın karakterini, davranış örüntülerini salt cinsiyete indirgemek çok önemli bir yanlış olur. 



Engellenmeye, bir adım geride bırakılmaya çalışılan kız çocukları yetişkin bir kadın olduklarında da bu yükü sırtlarında taşımak zorunda kalıyorlar. Belki bir kısmı böyle büyütüldüğü için erkeğin ön planda olması ilk etapta normal geliyor. Kendi hayatlarıyla ilgili kararları partnerlerinin vermelerine ses çıkarmıyor, kıyafetlerine karışıldığında görmezden geliyorlar. Bu tarz şeylere tepki gösterilmedikçe bir süre sonra partnerleri kendilerinde daha fazlasını isteme hakkını buluyor. Bu durum; azarlamalara, kısıtlamalara ve önlem alınmazsa şiddete doğru gidiyor. Burada söz konusu olan erkek partner de aslında demin bahsettiğim yetiştirilme tarzının kurbanı. Erkeklere de hep ön planda oldukça, sözünü geçirdikçe, onların tabiriyle “daha erkek” olacağı aşılanmış. İşte böylece erkekler, kendilerinden bekleneni topluma verebilmek için ihtiyaç duydukları, ulaşmaya çalıştıkları gücü kadınlar üzerinden yakalamaya çalışıyorlar. Ve bu kadınlar her zaman partnerleri olmak zorunda değil. Bazen anneleri, kız kardeşleri, kız arkadaşları bu duruma maruz kalıyor. Ebeveynlere çok büyük iş düşüyor bu konuda. Bir çocuk ailesinde demokratik tutum ve herkese eşit saygı olduğunu görünce ileriki yaşlarında bunun doğru olduğunu düşünecek. Çocuğun büyürken arkadaş ortamı veya sosyal medya gibi etki altında kalabileceği birçok ortam var evet ama aile çocuğa temelde bunu aşıladığı takdirde çocuğun arkadaş ortamı seçiminde bunları göz önünde bulunduracağını düşünüyorum.

Şiddet

İlk aklımıza gelen fiziksel şiddet, bu konunun sadece bir kısmını yansıtıyor. Şiddetin bir çok boyutu var: fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik. Psikolojik şiddet yukarıda bahsettiğim şeylere ek olarak en basit tanımıyla kadının ruhsal bütünlüğüne yapılan bir saldırıdır. Bedenine dokunmadan kırmak, incitmek... Sırf kadın olduğu için bir şeyleri yapamayacağına inandırmak, kendisine olan güvenini sarsmak, sözel ve sözel olmayan unsurlarla mutsuzluğuna sebep olmak başlıca örnekler olarak verilebilir. Psikolojik şiddet çok hassas bir konu hatta fiziksel şiddetten daha fazla hasar bırakabildiği durumlar da gözlenmiştir.

Cinsel şiddet; tacizi, tecavüzü kapsamakla birlikte sadece bu kadarla sınırlı bir konu değil. Ayrıca kadınlar sadece tanımadığı insanların cinsel şiddetine de maruz kalmıyor. Partnerlerinin; cinselliği ceza/ödül olarak kullanması, cinsel içerikli görüntülerini kayıt altına alması ve yayması da bu konunun altında incelenecek durumlardan bazıları. Şunu söylemek istiyorum ki bir kadının bir erkekle evli olması cinsel anlamda bir mecburiyeti olduğunu göstermez. Eğer kadının rızası dışında gelişen herhangi bir durum varsa bu yine tecavüz olarak değerlendirilir.

Kadını istediği gibi kontrol edebilmek için maddi kaynakları kullanmak ekonomik şiddetin bir yönü olarak açıklanabilir. Bu konuyu biraz iş hayatındaki kadınlar üzerinden açmak istiyorum. Aynı işi yaptığı halde erkek çalışanlardan daha az ücret alan, hamilelik ihtimali olduğu için işe alınmayan, iyi bir çalışma performansı gösterdiği halde iş hayatında yükselmekte zorlanan kadınlar var. Bu durumla ilgili            

 “cam tavan sendromu” güzel bir metafor. Bu sendrom kadınların üst düzey yönetici pozisyonuna yükselmesindeki görünmez engeller olarak açıklanabilir. Çocuk sahibi olan ve iş hayatında aktif rol alan kadınlara, çocuğunu ihmal ettiği gerekçesiyle toplum tarafından baskı uygulanabiliyor. Çocuk, annenin ve babanın ortak sorumluluğudur. Tek tarafa bunu yüklemek ve konuyla ilgili direktifler vermek yine en büyük eşitsizliklerden biridir.

Sosyal medya sayesinde, her zaman olan ama bizim görmediğimiz olayların biraz daha farkına varmaya başladık. Partnerleri veya aileleri tarafından incitilen kadınlar tüm çıplaklığıyla karşımızda artık. İnciniyorlar ve daha fazla incinmemek için tutunacak bir el arıyorlar. İşte biz o el olmak zorundayız. Son verilere göre 2020 yılında şiddet yüzünden 335 kadın hayatını kaybetti. Bir başkasının kararıyla hayattan koparılan tam 335 kadın. Ellerim titremeden bu satırları yazmak zor. Ama asıl zor olansa bunları hiç yazmamak, konuşmamak. Belki de siz bu satırları okurken çoktan 350’ye ulaşmış olacak. Bu nedenle susmamamız; öldürülen, darp edilen bir kadın haberi gördüğümüzde gözlerimizi yummamamız gerekiyor. Hepimiz toplumun bir parçasıyız ve hepimize bir pay düşüyor. Eminim ki birçoğumuz bir kadının fiziksel şiddete maruz kaldığını görsek elimizden geldiğince yardım etmeye çalışırız. Peki susturulan, engellenen kadınlar için de aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? Bu bir suçlama, günah keçisi bulma girişimi değil. Zaten var olan bu mücadeleye bir davet.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Ebru Görmez

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Süpermen'i Beklerken (Waiting for 'Superman') Film Analizi

Waiting for  Superman sadece The Flaming Lips grubunun bir şarkısı değil. Aynı zamanda Amerikan eğitim sistemine eleştirel bir perspektiften bakan, ülke içerisindeki bireylerin okuma yazma oranlarını, eyaletlere göre başarılarını ele alan belgesel niteliğinde bir film. Filmi inovatif eğitimi de düşünerek yorumlayabilmek mümkün. Akademi ödüllü filmin yönetmeni Davis Guggenheim, düşük performanslı kent okullarını ‘bırakma fabrikaları’ olarak tanımlıyor ve bu kent okullara yönelik birtakım çözüm önerileri sunuyor. Film, devlet okulu sistemi içerisinde devam eden beş öğrenciyi konu alıyor. Eğitim sistemini iyileştirme adına eğitim reformcularının sunduğu çözümler filme gerçeklilik ve yararlılık katmasının yanı sıra günümüzün ilerleyen teknolojisi de düşünüldüğünde çözüm önerilerine birkaç şey daha ekleyebiliriz,  şöyle ki : Eğitimde teknolojiyi mutlaka bir amaç etrafında verimlice kullanabilmeli ve bu amacın kesinlikle öğrenci üzerinde işlevselliği de olabilme...

7.Koğuş Film Analizi

7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE Hepimizin merakla beklediği 7. Koğuştaki Mucize nihayet geçtiğimiz haftalarda vizyona girdi. Başrollerinde Aras Bulut İynemli, Deniz Baysal, Sarp Akkaya gibi isimlerin bulunduğu ve Mehmet Ada Öztekin yönetmenliğindeki filmi izlerken gözyaşlarımıza hakim olabilmek neredeyse hepimiz için imkansızdı. Henüz izleme fırsatını bulamamış okuyucularımız için de kısa özetlerle birlikte filmi karakter analizleri ve sosyal psikoloji bağlamında ele almak isteriz : Filmimiz, 7 yaşındaki kızı, Ova ile aynı zeka yaşına sahip olan Memo’nun haksızlıklarla mücadelesini, zihinsel yetersizliklerine rağmen evladı için her şeyi yapan bir baba oluşunu gözler önüne seriyor. Memo, bir gün koyunları otlatmaya çıkardığında başına hayatının dönüm noktası olabilecek bir talihsizlik gelir. Sözü geçer bir komutanın kızı oyun esnasında tehlikeli yerlere tırmanır ve Memo kıza gitmemesi için uyarılarda bulunurken, Ova ile aynı yaşlardaki küçük kız uçurumdan düşüp can verir. Bu esnada olay y...

Seyahat Üzerine Bir Röportaj

Okulumuzun kıymetli hocalarından Dr. Mustafa Otrar ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Öncelikle kendisini kısaca tanıyalım; 1971 Eskişehir (Merkez) doğumludur. İlkokulu (1982), ortaöğrenimini (1989) Eskişehir’de tamamladı. Aynı yıl girdiği Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik Lisans Programı’ndan mezun oldu (1993). Rehber Öğretmen olarak Bingöl ve İstanbul’da görev yaptı. 1995 yılında Araştırma Görevlisi olarak Marmara Üniversitesi’ne göreve başladı. 1997 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde Eğitimde Psikolojik Hizmetler alanında yüksek lisansını tamamladı. Ocak 2006’da Doktora eğitimini tamamlayan Mustafa OTRAR, halen Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde Ölçme ve Değerlendirme Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Genel olarak seyahatin hayatınızdaki yeri, ruh halinize etkisi nedir?  Hayatımdaki yerinden...