“Artık seni kimse kirli olan seni umursamıyor.”
“Bir sanatçı iki defa ölür. İlki ve daha acı dolu olanı dans etmeyi bıraktığında gerçekleşir.” -Martha Graham
Bir gün içinde temel ihtiyaçlarımız
dışında sosyal bir insan olma yolunda gerçekleştirdiğimiz o ekstra faaliyetleri
düşünelim. Dinlediğimiz müzikler, izlediğimiz dizi ve filmler;
konuşabileceğimiz ve fikirlerimizi paylaşabileceğimiz- belki de bazen kimliğimizi
bulma yolunda ilk adımlarımızı atabileceğimiz pencereler görevi görüyorlar.
Bazen bir şarkının sözleri bizi hayran bırakır bazense onu seslendiren isim
gönlümüze girer kolaylıkla. Özellikle çevrenizde sizi doğrudan güzel yollara ve
fikirlere ulaştırmada eşlik edecek, örnek alabileceğiniz birisi yoksa bu kişiyi
bulmak için diğer dünyalardaki insanlar daha merak uyandırıcı birer rehber
olarak görünür. Peki bu kişiler her anlarında, her davranışlarında ve her
sözlerinde bizim en başında keşfettiğimiz saf cevher olarak kalmaya devam
ederler mi? Kendi gelişimimiz için kullandığımız, idealize ettiğimiz o
insanların da gelişmeye ve değişmeye açık olduğunu ne sıklıkla hatırlarız?
Hatırlasak bile saygı duymak o kadar kolay mı?
Perfect Blue bu soruları sorgulamak, fan kültürü içerindeki kişilerin kendi davranışlarını incelemesi ve eleştiri yapabilmesi için fazlasıyla uygun ve aynı zamanda can sıkıcı bir ortam yaratıyor. Kendini bir sanatçı olarak ayakta tutmak isteyen ve şirketinin yönlendirmeleri arasında kimlik çatışmasını tatmaktan bir an olsun uzaklaşamayan idol-oyuncu Mima, hayran olmanın motivasyonunu farklı kazanmış ve Mima’nın yeni kimliğini bir türlü kabullenemeyen Uchida, kendi talihsizliğini bastırarak Mima’nın idol kimliğini üstlenmeye çalışan menajeri Rumi. Üçü birden başta Japonya’nın idollendirdiği eğlence sektörünü sonrasında da dünyanın her bir yanında herhangi bir “entertainment” şirketine veya ajanslara imzasını vermiş isimler ile o isimleri canlı tutan seyirci ilişkisini anlamamız için bize yöntemler sunuyor. Başta Perfect Blue’yu sonrasında “idol olmak” ve “idol almak” ilişkisini anlamak için karakterleri iyice bir inceleyelim.
Mima’yı ilk olarak diğer iki grup arkadaşıyla seyirci önünde sahne alırken görüyoruz. Şarkının konseptine uygun birbirinin aynısı elbiseyi giyen üç kadın, şarkının enerjisine göre ayarlanmış dans gösterisi ile birlikte canlı bir sahne şovu sergiliyorlar. Seyirci şarkıyı biliyor, eşlik ediyor. Bazıları kamera ile kayda alıyor. Bazılarının çok da umrunda değil sadece ayaktalar ama önlerinde ilmek ilmek hazırlanmış bir şov var. Kostümler...Kimin ne zaman şarkının hangi kısmını söyleyeceği bölümler...Her şey plana uygun gidiyor seyredenler için. Ancak şov bittikten sonra Mima beklenmedik bir haberin duyurusunu yapıyor. İdol hayatında ona verdikleri desteğe ne kadar minnettar olduğundan ama artık farklı bir yola girmek ve oyunculuğu denemek istediğini açıklıyor. Bu duyuru Mima’nın sadece meslek hayatını değil aynı zamanda psikolojik durumunu da değiştirecek yeni bir yolun başlangıcı oluyor. Mima grup içinde bireysel bir ün kazanmış olsa da ünü grubun albüm satışlarını pek fazla etkilemiyor ve ticari anlamda zayıf düşen grubun imajını daha fazla düşürmek istemeyen şirketleri Mima için oyunculuk kariyeri oluşturmaya karar veriyor. Hali hazırda zaten sadık bir kitlesi varken üzerine yeni bir kitle eklemek isteyen şirket Mima için yapımlarda rol arayışına giriyor. Çaylak ve ünü düşüşte olan Mima’nın yapımlarda rol alması ise bir başka sancılı süreci doğuruyor. Bekledikleri talebi göremeyen şirketi bu sefer Mima’nın rol aldığı dizinin senaristiyle “reklamın iyisi ya da kötüsü olmaz” vizyonuyla anlaşma yaparak senaryoya Mima’nın cinsel tacize uğrayan bir striptizci rolü ekliyorlar. Hikayenin akışını tamamen değiştiren eylem de gerçekleşiyor. Cici kıyafetleri ve tatlı sesiyle her zaman ideal bir kadını canlandıran Mima hem halkın hem de hayranlarının ondan hiç beklemediği bir itibarın sahibi oluyor. Cesur ve iddialı sahnesi, devamında daha cesur ve daha iddialı formlar alıyor. Bilboardlarda, dergilerde, ekranda herkes oyuncu Mima’nın yeni imajıyla tanışıyor. Elbette bu ani değişim ve idol-oyuncu kimliğinin birbirinin tersi olması Mima’nın kitlesini de etkiliyor. Filmin devamında Mima’nın takıntılı hayranının başta Mima’ya sonrasında da Mima’nın şirketine karşı olan kinini izliyoruz. Oyuncu ve cesur Mima’yı kabullenemeyen takıntılı hayranı Mima adına bir blog sayfası açıyor ve Mima’yı her gün işinde, evinde takip ederek oyuncu olan Mima’yı eskide kalmış idol Mima ağzıyla günlük yazılar olarak paylaşıyor. İnterneti kullanmayı o zamanlarda öğrenen Mima da bu sayfadan haberdar olarak her gün yaşadığı gerçek hayatı ve kendi adına bir başkası tarafından yazılan blogu okuyarak gerçeklik ve zaman algısında kırılmalar yaşamaya, neyin ona ait olduğu konusunda sorgulamalar yaparak stresi tatmaya başlıyor. Tüm bunlar yaşanırken aynı zamanda Mima’nın sanki ünlü bir pop sanatçısı ya da imajıyla ses getiren yeni bir oyuncu değilmiş gibi marketlerde sakin bir şekilde alışveriş yapmasını, metroda diğer sıradan insanlar gibi görünmezmişcesine yolculuk yaptığını izliyoruz. Tüm bu kargaşanın içinde Mima bizi alter egosuyla da tanıştırıyor. İzleyenler olarak biz de asıl gerçeğin ne olduğu konusunda kafa karışıklığı yaşıyoruz. Mekanı, zamanı ve gerçekliği tamamen karışan Mima’nın neyin doğru olduğunu çözmesi de filmin sonlarına doğru gerçekleşiyor.
Uchida: “Mima’nın odasına bakmayı seviyorum.”
Stalker.
Mima’yı idol kariyerinden beri tanıyan ve
oyunculuk yapmasına karşı olan, Mima’ya değil Mima’nın sahne önünde yarattığı
gözlerin istediğine hitap eden kimliğine takıntılı hayran karakter. Aynı
zamanda “Me-Mania” diye de anılıyor. Tehlikeli bir hayran olduğunu anlamamız
için kelimeleri biraz incelemek bile yeterli. “Me” türkçede “ben” kelimesine
karşılık geliyor, “Mania” nın ilk Ma- hecesi ise Mima’nın isminin son hecesine
yani ideolize edilen ismi temsil ediyor. Son olarak “-nia” ise “maniac” yani
tehlikeli ve takıntılı tavırlar sergileyen kişi için kullanılan kelimesin son
üç harfinden alıyor. Uchida’ nın bu mahlası alması tabii ki de tesadüf değil. Mima’nın gerçekliğini karıştıran eylemlerden birçoğu Uchida’ya ait. “Mima’s
Room”(Mima’nın Odası) bloguna gün gün eklediği yazılar Mima’yı hala pop
sanatçısı olarak kabullenen ve sözde hayranı olduğu kişinin gelişmesi ve
değişmesini kabullenemediğinden bunu durdurmak için aldığı bir eylem.
Uchida’nın
Mima ile kendi arasında kurduğu bu tek yönlü duygusal bağ parasosyal sembolik
ilişkinin kusursuz bir örneği. Göz önünde bulunan bir karakterle yalnızlıkla
dolu ve izole edilmiş hayatında bir amaç elde eden Uchida tabii ki onu ilk
kabul ettiği halinden farklı bir yola girmesinden rahatsız olarak bunu
durdurmayı amaç ediniyor. Artık gözünde önemli olan Mima’nın bir birey olarak
varlığı değil, kendi değerleriyle paralel olan Mima’nın varlığı. Film boyunca
Uchida’yı birçok aslında olmaması gerekn mekanlarda Mima’nın bir gölgesi olarak
görüyoruz. Bu gölge zamanla şekil ve fikirler alarak Mima’nın çevresine zarar
veren bir teröre dönüşüyor.
Rumi: “Mima bir pop sanatçısı.”
Başarısız bir pop sanatçısı. Seneler önce
idol olarak çıkış yapmış ama başarılı olamadığı için çok kısa sürede kariyeri
sonlanan ama içinde hep bir ukde olarak kalan Mima’nın kişisel menajeri. Başta
oyunculuğa fazlasıyla karşı çıkıyor ve hem Mima’yı hem de şirketi bu konudan
vazgeçirmeye çalışıyor. Kendi kararlarını vermekte inatçı olan Mima’nın, idol
yönünü bir kenara atarak oyunculuk deneyiminde sınırları zorlamasıyla artık bu
yaşananlara katlanamayan Rumi bir süre sonra ortadan kayboluyor. Filmin
sonlarına doğru geri geldiğinde ise Mima’nın idol taklidi olarak karakterimizin
zihninde karmaşalara sebep oluyor. Geçmişte elinden kaçan fırsatı bir
başkasının varlığında bulan Rumi, menajerliği boyunca Mima’yı kendi idealleri
ve kırılmış hayalleriyle besleyerek kendi içinde bir tatminlik oluşturuyor.
Mima’nın zamanla kendi kararlarını vermekte kararlı hale gelmesi ve şirketin de
desteğini alarak ilerlemesi Rumi’nin hem iktidarını hem de ideallerini yıkıyor.
Dağılan bunca sahte gerçeklikleri izlemeye katlanamayan Rumi’de kendi
aksiyonunu alarak Mima’nın hayatının karmaşında rol almaya başlıyor.
Popüler kültür ve medyanın kesiştiği
noktada insanların kendilerine idol aldığı ve fikirlerini, aksiyonlarını,
varlıklarını takdir ettikleri ya da örnek aldıkları yeni bir etkileşim doğduğu
bir gerçek. Kendi hayatlarımızda eksik bulduğumuz veya kendimizin sahip
olmadığı özgürlüğe ve casarete sahip insanları görmek ve işlerini, gördüğümüz
kadarıyla var olan kişiliklerini tatmin etmek sosyal medya sayesinden kolaylıkla
başvurduğumuz yeni bir kültür. Yalnız bu kültürü uygularken kendi
eksiklerimizin her ne kadar farkında olsak da idol aldığımız kişinin de bir
insan olabileceğini; sosyalleştiği ve geliştiği takdirde yeni davranış
kalıplarına bürünebileceğini, hayatta aksiyon alırken bizlerin fikir birliğine
ihtiyacı olmadığını kısaca bir birey olarak hem kararlarından hem de
varlığından kendisinin sorumlu olduğunu kolaylıkla unutabiliyoruz. Örnek
aldığımız davranışlarıyla kendimizi tanımlıyor, beklediğimizin dışında bir
eylemde bulunduğunda anında arkamızı dönebiliyoruz. Bu hem bizlerin idol alınan
kişinin sanal bir gerçeklikten ziyade hayatta var olan bizler gibi bir insan
olduğu gerçekliğini kolaylıkla unuttuğumuzu gösteriyor. Nasıl ki birebir
iletişim kurduğumuz insanları ayarlanabilen bir oyuncak gibi kullanamadığımız
gibi idol aldığımız bziden uzak yalnızca internet sayesinde bir arada
olabildiğimiz insanları da oyuncak olarak kullanamayız. Bir birey olarak
beklediğimiz saygıyı kitlesi olan diğer insanların da birey olduğunu
kabullenerek pratik etmeliyiz.
Perfect Blue ise bu durumu bize karanlık ve olumsuz yönüyle gösteriyor. Ya saygı duymazsak? Ya kendi gerçekliğimizi dayatmaya çalışırsak? Ya tek doğrunun biz olduğuna inanarak eylem alırsak neler olur?
Bahar Genç
Çok kapsamlı ve ufuk açan bir analiz olmuş harika!
YanıtlaSilİdol-fan ilişkisinin ne kadar toksikleşebileceği üzerine düşündüren ve okuması son derece keyifli bir yazı.
YanıtlaSilOldukça etkileyici hemen izlemeliyim dedirten müthiş bir analiz!!
YanıtlaSil