Tüm öğrenciler vitrine kilitlenmiş kendilerinden önce bu okulda okuyan neslin sesine kulak vermişlerdi. Sınıfın dışında bir koridor , koridorlarda da başka hayatların olduğunu ilk kez görebilmişlerdi. Vitrinler hatıralar ve sayısız başarı öyküleri taşıyordu. Üstelik onlar bunu fark etmiyorlardı bile... Ezberleri bozan bir şeydi bu! Carpe Diem!
Derse giren hocaları Bay Keating’in onlara ilk öğretisi ; ‘’ Anı yaşa ‘’idi. Onlar eski fotoğrafları teker teker incelerken öğretmenleri onlara ‘’Anı yaşayın ve hayatlarınızı sıra dışı hale getirin! ‘’ demişti. Birçoğuna anlamsız gelen bu sözlerin daha sonra her biri için anlamlı birer mücadeleye dönüştüğünü izledik. Ezberci katı ve realizmin soğukluğu içerisinde eğitim gören 7 öğrencinin hayalleri için geldikleri okulda aslında ne kadar da hayallerinden uzak olduğunu gördükleri bir süreçti. Onlar kendi hayallerini yaşamak için değil ailelerinin ve başkalarının hayallerini yaşamak için adeta orada hapsediliyorlardı. Çünkü eğitim denilince akıllara disiplin gelmekteydi. Sadece davranıştan ibaret olan eğitimin içinde hayaller düşünceler cesaretler ve keşfetmeler sorgulamalar yoktu. Ne söylenirse yapmak sistemin bir parçası olmak belki de sadece bir tıp doktoru olmak için gelmişlerdi. Materyalist dünya görüşü onlarda ruh bırakmamış müziği şiiri tiyatroyu kısacası sanatı çekip almıştı. Tek tip insan olacaktı onlar için o tek tip insanlar da başarılı birer doktor...
Edebiyat öğretmenleri Bay Keating onlara ilk dersinde daha bundan söz etmişti. Edebiyat kitaplarının ilk sayfasında şiirin uzunluğu yüksekliği ve buna bağlı olarak etkileyiciliğini anlatan bir makale vardı. Hemen tahtaya metindeki ölçümleri yazıp görsel olarak göstermeye başladı. Ezber sistemin yetiştirdiği model bir öğrenci ise sonunu bile beklemeden hızlıca defterine hocanın yazdığını yazdı. Çünkü onun için öğrenmek sadece hızlı bir taklitten ibaretti. Kitabın son cümlesine gelmeden öğretmenleri durdurarak tahtada çizmiş olduğu grafiği karaladı. Tabi bizim ezbercinin de kendi defterinden karalaması bir oldu. Bay Keating, Şiir ölçülerle ifade edebilecek bir şey değildir , dedi ve kitaptaki tüm o sayfaları yırtmalarını söyledi. Çocuklar başta bunu anlayamadı ve öğretmenleri yineledi ‘’ Yırtın !’’ .Kimisi ne olduğunu bile anlayamadan yırtmaya başladı . Her bir sayfa aslında bu maddeci yaklaşıma birer tepki birer başkaldırıştı. Hisler duygular hayaller ve şiiri var eden her ne ise sayılarla ifade edebilecek bir şey değildi. Yavaş yavaş akıllarında ve kalplerinde Carpe Diem‘in yankısını hissetmeye başladılar. Daha sonraki derste öğretmenleri öğretmenler masasına çıkarak onlara ‘’ Ne duruyorsunuz gelin ve buradan bakın. Hayata başka bir açıdan bakmaya çalışın.’’ dedi ve hepsi teker teker öğretmenler masasından çıkıp boş sınıfta gözlerini gezdirdiler. Gittikçe içlerindeki potansiyeli ve anı yaşama isteğini fark ediyorlardı. Neil bunu diğerlerinden daha önce buldu. Önce Ölü Ozanlar Derneğini devam ettiren oldu sonra da hayallerinin peşinden gitmeyi amaç edinen.. Eğitim sisteminin karanlık ve bohem yüzü bir önceki nesle de yansımıştı. Neil babası için fırsatları değerlendiremeyen boş işlerle uğraşan biriydi. Kendi zamanıyla kıyaslayarak onu kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Neil her seferinde kırılıyor ancak karşı gelmiyordu. O zamana kadar kendi arayan bir çocuktu Neil. Öğretmeni sayesinde kendisini keşfetmişti. Oda arkadaşına ‘’ İlk kez ne yapmak istediğimi biliyorum ; oyuncu olacağım. ‘’ demişti. Babasını güç bela ikna ederek gittiği seçmelerden başarıyla ayrıldı ve büyük gün geldiğinde babası sahneye çıkmasına izin vermedi. Ancak o direndi ve sahneye çıktı. Üstelik çok beğenilen bir performansla altından kalktı bu işin. Alkışlar ve naralar arasında babası onu alıp eve götürdü ve o akşam Neil babasının odasında intihar etti. Bu mekân da özel olarak seçilmişti. Neil babasının odasında babasının silahıyla kendini vurarak hayallerini katleden adamın odasında canına kıymıştı. Önce hayallerini sonra da hayatını almıştı ondan.. Ölü Ozanlar Derneği artık ilhamsızdı. Geriye karlı bir geceden hüzün kalmıştı. Anı yaşamak isterken hayatını kaçıran bir gençti o...
1989 senesine ait bu filmin o dönemin eğitimine ağır bir eleştiri olduğunu görmekteyiz. Daha önce de dediğimiz gibi o zamanlarda hâkim paradigma materyalist ve indirgemeci bir yaklaşımdı. Sanatı bile sayılarla ölçen fizik kurallarıyla insanı algılamaya çalışan ruhları emerek geriye sadece itaatkâr robotlar yetiştiren tek tip kültür ve tek tip insanı baz alarak evrenselliğe ulaştığını zanneden bir sistemin direnemeyen genç hayalleriydi Ölü Ozanlar Derneği.. Yaşamak için çaba gösteren ölülerdi. Aralarından birini feda etmiş olsalar da öğretmenleri cinayetin sorumlusu olarak gösterilip okuldan ayrılırken hepsinin masaya çıkarak ona veda etmesi aslında sistem dediğimiz şeyin de bizden ibaret olduğunu göstermekteydi. Üstelik dersi işleyen despot müdürleriydi. Tüm emirlerine rağmen inmediler. Bir noktada kanaatimce sistemi kötülemek çözüm üretmedikten sonra manasızdır. Çünkü sistemi oluşturan aynı o sahnedeki gibi bizleriz. Sıraya çıktılar çünkü artık dünyaya farklı gözle bakıyorlardı. Aynı sistem içinde hangi işi yaparlarsa yapsınlar onlar gerçek birer fert olacaklardı. Ölü Ozanlar için kaybetmek şimdi kazanmaktı.
Ne olursa olsun yollar her zaman taşlı ve engebeli olacaktır. Bizler hayallerimizin peşinden gitmeli bizi var eden mukaddeslerin ardında olmalıyız. Hayatı yaşayacağım diye geleceğin gökdelenleri bilgisayar sistemleri paraları makamları için anı yaşamaktan vazgeçmeyelim. E o zaman derin bir nefes ardından gür bir şekilde: Carpe Diem!
Müberra Karagöz
Yorumlar
Yorum Gönder