Ana içeriğe atla

"PSİKOLOJİK DANIŞMANIN KENDİ RUH SAĞLIĞI" ETKİNLİK ÖZETİ

  


   Marmara Üniversitesindeki değerli hocalarımızın bizlere düşüncelerini aktardığı, onların bilgilerinden faydalandığımız serimizin ilkini 27 Ekim’de Doç. Dr. Durmuş Ümmet ile gerçekleştirdik. Durmuş hocamızla başladığımız bu etkinliğimizin konusu “Psikolojik Danışmanın Kendi Ruh Sağlığı” idi. Bu etkinliğimizin özetini, yayını kaçıranlar veya tekrar okumak isteyenler için paylaşıyoruz. Herkese iyi okumalar!

   Psikolojik danışmanlar olarak, işimiz gereği başkalarının ruh sağlığını koruyamadığı, destek alması gerektiği durumlarda onlara yardımcı olmak için uğraşırız. Bu duruma yoğun bir şekilde kendimizi verdiğimizde ise karşı tarafın ruh sağlığını önceliğimize alıyoruz, çünkü bu hizmeti veriyoruz fakat kendi ruh sağlığımızı bazen ihmal ediyoruz.

   Kendi ruh sağlığımızı koruyabilmek, destek alabilmek için öncelikle çevrenin bize yüklediği irrasyonel düşüncelerden kurtulmak lazım. “Sen de mi üzüldün, kafaya taktın. Sen ruh sağlığı uzmanısın.” Gibi yargılamalardan sıyrılabilmek önemlidir. Uçaklarda derler ya “önce kendi oksijen maskenizi takın” diye, bu da onun gibi. Biz kendimizi korumadan, iyi etmeden başkasına da iyi gelemeyiz. Kendimizi iyi etmek için; “Evet, ben de.” demeyi bilmeliyiz. Çünkü biz de insanız. Diğer insanlardan farklı olarak kendi söküğümüzü dikebiliyoruz. Öğrendiğimiz insan hâllerini kendimizi iyileştirmek için de kullanabiliriz.

   Tartışmaya açık bir örnek ama, çok kilolu bir diyetisyene güvenmemek gibi bir durum. Hizmet profesyonel olsa da insanlar verilen hizmet konusunda bizim de yeterli olmamızı bekliyor. Kıyafetimiz, ruh hâlimiz, asistanımıza tavrımız bile danışanı etkiliyor. Özetle, birine iyi gelebilmek için “iyi” olmamız gerekli. Bu yüzden başka bir ruh sağlığından hizmet almaya açık olmalıyız.

   Günlük hayatımızda zorlanıyorsak da, önce bunları halledip sonra danışan görmeliyiz. Etik olarak, böyle bir dönem yaşıyorsak yeni danışan almamalı, var olan danışanlara ara vermeli ya da onları sevk etmeliyiz. Ben de zor dönemlerimde bunu uyguladım.

   İşin diğer boyutu da, danışma odasında bize yüklenenler. İnsanla çalışan kişiler olarak her türlü insan hâlleriyle karşılaşabiliyoruz. Örneğin kişilik bozukluğu olan kişiler, kişisel ilişkilerinde sağlıksız tutumları danışmanına da yansıtıp irrasyonel beklentilerde olabilirler. “Onlara öyle çok kızıyorum ki, kaşlarımı çatıyorum. Bazen öfkeli konuşuyorum.” Bu şekilde bir danışmanlık olmaz. Duygularımızı danışanın tavrıyla şekillendirmemeliyiz. İnsan insana bir iş yapıyoruz ama bu profesyonel bir iş. Süper vizyon derslerinde hep derim: Danışmana karşı duygu geliştirmeyin. Merhamet, öfke vs. Olumlu ya da olumsuz, fark etmez. Bu duygular ortaya çıkıyorsa sebebi kontr- tranferanstır ve süper vizyon desteği alınması şarttır. Daha bugünkü seanstan bile bu tür tavırlara örnek verebilirim. Ama cümleler bize yönelik bile olsa, bunları danışanı tanımak için bir araç olarak kullanmalıyız. Orada konu biz değiliz. O koltukta kim otursa buna maruz kalacaktır. Yani bu tutumlar da danışanla ilgilidir.

   Başka bir boyutuna gidelim. Bir öğrencim bana bir şey sordu bugün. “Hocam, danışanımızın anlattıkları bizim de hayatımızda bir dönem zorlandığımız şeylerse, o danışanla çatışabilir miyiz?” Ona “Sen hayatında bunları çözebildin mi?” dedim. Çünkü eğer çözemediyse odada konuşulan şey, danışmanın kendi sorunu olabilir.

   Danışanlarımızın bizlere kendini açtığı noktada anlattıkları hikayelerle kendi hikayemizden parçalar, benzerlikler bulabiliriz. Danışanlarımızla aynı şeyleri yaşadığımızı fark ettiğimiz noktada onunla bu durumu paylaşmak önemlidir. “Ben de benzer veya aynı yaşantılardan geçtim.” Şeklinde ona bir aktarımda bulunabiliriz. Böylece danışan ve danışman arasındaki saydamlık daha kolay sağlanabilir, danışan bize kendini daha rahat açabilir. Burada dikkat etmemiz gereken nokta, danışanla rollerimizi değiştirecek şekilde bir adım atmamaktır.

   “Şu an siz ve ben olarak buradayız. Ama aslında biziz” hissini danışana vermeliyiz.

   İkincil travma dediğimiz bir durum vardır ki, psikolojik danışmanlar bu konuda başrollerde olabilirler. İkincil travma: Travmayı doğrudan yaşamayıp travma yaşayan kişiye fazla yoğun bir şekilde maruz kalmakla ortaya çıkar. Bu travma çeşidi DSM-5 ‘te de karşımıza çıkar.

   Her danışman bir danışan olmaya açık olmalıdır. Neredeyse bu işi yapamaya meyilli kişiler adeta yaralı bir kuştur. Kendimizi onarma ihtiyacıyla bu mesleklere yöneliriz. Kendi ruhsal hijyenimizi sağlamak, süper vizyon desteği almak önemlidir. Psikolojik danışmanların korunaklı olması gerekir. Her zaman kendini danışanların anlatacağı durumlardan korumalı, ameliyathaneye hazırlıklı giren bir doktor kadar hazırlanmalıdır. Onların eşyaları somutken bizler kendi stratejilerimizle mümkün olabilir.

   Ben ne yapıyorum? İşimin benim için anlamı ne? Gibi soruları kendimize sorarak cevaplamamız gerekir. Duygu geliştirmek, şemaları düzenlemek, ihtiyaç duydukça süper vizyon desteği almak, günlük yaşamımızda psikolojik sağlamlığımızı arttıracak yaşamsal aktivitelere katılmak bu konuda önerilebilir. Her aktivite ise kişiye özgü olup, herkesin kendini tanımasıyla ilişkilidir.

   “Zorluklarımı hangi yollarla aşabilirim?”

   “Ben kendimi nasıl iyileştirebilirim” gibi sorularla bir danışman olarak kendimizi sorgulayıp cevap verebiliyor olmamız gerekir.


Durmuş ÜMMET hocamıza, bizlere verdiği değerli ve faydalı bilgiler için çok teşekkür ediyoruz. Sonraki etkinliklerimizde görüşmek üzere!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Süpermen'i Beklerken (Waiting for 'Superman') Film Analizi

Waiting for  Superman sadece The Flaming Lips grubunun bir şarkısı değil. Aynı zamanda Amerikan eğitim sistemine eleştirel bir perspektiften bakan, ülke içerisindeki bireylerin okuma yazma oranlarını, eyaletlere göre başarılarını ele alan belgesel niteliğinde bir film. Filmi inovatif eğitimi de düşünerek yorumlayabilmek mümkün. Akademi ödüllü filmin yönetmeni Davis Guggenheim, düşük performanslı kent okullarını ‘bırakma fabrikaları’ olarak tanımlıyor ve bu kent okullara yönelik birtakım çözüm önerileri sunuyor. Film, devlet okulu sistemi içerisinde devam eden beş öğrenciyi konu alıyor. Eğitim sistemini iyileştirme adına eğitim reformcularının sunduğu çözümler filme gerçeklilik ve yararlılık katmasının yanı sıra günümüzün ilerleyen teknolojisi de düşünüldüğünde çözüm önerilerine birkaç şey daha ekleyebiliriz,  şöyle ki : Eğitimde teknolojiyi mutlaka bir amaç etrafında verimlice kullanabilmeli ve bu amacın kesinlikle öğrenci üzerinde işlevselliği de olabilme...

7.Koğuş Film Analizi

7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE Hepimizin merakla beklediği 7. Koğuştaki Mucize nihayet geçtiğimiz haftalarda vizyona girdi. Başrollerinde Aras Bulut İynemli, Deniz Baysal, Sarp Akkaya gibi isimlerin bulunduğu ve Mehmet Ada Öztekin yönetmenliğindeki filmi izlerken gözyaşlarımıza hakim olabilmek neredeyse hepimiz için imkansızdı. Henüz izleme fırsatını bulamamış okuyucularımız için de kısa özetlerle birlikte filmi karakter analizleri ve sosyal psikoloji bağlamında ele almak isteriz : Filmimiz, 7 yaşındaki kızı, Ova ile aynı zeka yaşına sahip olan Memo’nun haksızlıklarla mücadelesini, zihinsel yetersizliklerine rağmen evladı için her şeyi yapan bir baba oluşunu gözler önüne seriyor. Memo, bir gün koyunları otlatmaya çıkardığında başına hayatının dönüm noktası olabilecek bir talihsizlik gelir. Sözü geçer bir komutanın kızı oyun esnasında tehlikeli yerlere tırmanır ve Memo kıza gitmemesi için uyarılarda bulunurken, Ova ile aynı yaşlardaki küçük kız uçurumdan düşüp can verir. Bu esnada olay y...

Seyahat Üzerine Bir Röportaj

Okulumuzun kıymetli hocalarından Dr. Mustafa Otrar ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Öncelikle kendisini kısaca tanıyalım; 1971 Eskişehir (Merkez) doğumludur. İlkokulu (1982), ortaöğrenimini (1989) Eskişehir’de tamamladı. Aynı yıl girdiği Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik Lisans Programı’ndan mezun oldu (1993). Rehber Öğretmen olarak Bingöl ve İstanbul’da görev yaptı. 1995 yılında Araştırma Görevlisi olarak Marmara Üniversitesi’ne göreve başladı. 1997 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde Eğitimde Psikolojik Hizmetler alanında yüksek lisansını tamamladı. Ocak 2006’da Doktora eğitimini tamamlayan Mustafa OTRAR, halen Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde Ölçme ve Değerlendirme Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Genel olarak seyahatin hayatınızdaki yeri, ruh halinize etkisi nedir?  Hayatımdaki yerinden...